Düşlerimi ıslatan kadın… Hayata dair ne varsa sendeydi. En istekli parmağımı koparmaya çalışmasaydın bu denli çelişmezdi belki ruhlarımız. Bedenlerimiz bu denli harman olmuşken ve de ellerimiz çok acıkmışken birbirlerine… Sen de mi sağ elini kullanırdın ben yokken? Oysa ilk sol elini tutmuştum, çünkü sağımdaydın. Ben çok kanamıştım. Kimse görmesin diye saklanıyordum. Gecenin son saatlerinde dökülmüştüm yola. Sinemaya sırf karanlık diye girmiştim. Salon bomboştu, en arkaya oturmuştum. Çok acıyordum, kendimden bile kaçıyordum. Sen gelip yanıma oturdun. Niye yaptığını biliyor muydun? Kaçışıma mı katılacaktın yoksa peşimden mi kovalamaktı niyetin? Sonra elimi tuttun? Benimle gelmek için mi, gitme demek için mi? Belki üç gündür uyuyamamıştım, daha da uyuyamayacaktım. Oysa elin elimi tuttuktan belki beş dakika sonra çocukluğuma kaçtım. Düşümde seni gördüm. Her zamanki gibi seni gördüm ya da hep düşüme giren sendin. Sinemadan birlikte çıktık. Bizi gören hep “biz”dik sanırdı. Oysa daha konuşmamıştık bile. Ama biz de bizi biz yapan şeyi hissetmiştik. O şeydi beni alıp götürmenin nedeni. O şeydi üstümüzü bile çıkarmadan birlikte uyumamızın nedeni. Sabah olduğunda hâlâ konuşmamıştık. Belki ağzımızdan çıkacak tek bir sözcükten bile korkuyorduk. Senin O olmaman ihtimaliydi beni korkutan. Sanırım sen de aynı şeyden korkuyordun. Hep o evde yaşıyormuşçasına birlikte hazırladık kahvaltıyı. Sanki her şeyin yerini biliyordum. Hayatımda ilk kez alıştığım bir şeyleri yaşamanın huzurunu hissediyordum. Oysa daha yepyeniydim çok eski olmama rağmen ya da çok eskiydim yepyeni olmama rağmen.
Herkesin sıkıldığı alışkanlıkların benim için huzurdu karşılığı. Hiç alışacak denli olmamıştı ki bir şeyim. Kimse bilmiyor ki aslında mutsuzluk sıradan olan. Ve mutluluk o kadar sıra dışı, o kadar az bir şey ki. O yüzden, kaçmasın diye elimden sımsıkı tuttum seni. Belki hatam buydu. Sense tutulmak değil kendini bırakmak istiyordun. Bıraktın da. Ama ben ısrarla tutmaya devam ettim. Sen bunaldıkça ben daha sıkı tuttum korkan bir bebeğin elleriyle.
Ve senin kaçışın bir süre daha kovalamama neden oldu seni veya sen zannettiğim şeyi. Sonra bir gün tersine döndü her şey. Ya da ben döndüm. Ve bir kaplumbağanın kabuğu üstüne tersine dönüşüne benzemiyordu benim dö- nüşüm. Belki ayaklarımın üstünde durmaya başlamıştım. Bir yararı yoktu oysa bunun kimseye. Ben debelenmek istemiştim senin gövdende. Olmadı, dikleştim. Senin ağzımdan kaçırdığın memen -anneminki kadar mağrurlaşan memen- sonunda çirkinleşti benim gözümde. Verdiğim tüm güzelliği geri aldım ondan. Ve önce istemez oldum. Kaçmadım, sadece durdum olduğum yerde. Ve sen alışmışlığıyla hep istenmenin, şaşkınlığa düştün önce. Sonra istememi istedin, eskiden istemediğin istememi istedin. Oysa pörsümüştün gözümde. Artık istemiyordum, istemeyi istesem de isteyemiyordum. Ve sen döndün tersine iyi- den iyiye. Benim cüce aynam sana geçmişti. İstenmediğini düşündükçe, belki benden de çok çılgına döndün. Beğendiğim ya da beğenme olasılığım olan tüm kadınlara aynı anda benzemeye çalışıyordun. Oysa tehlikeli viraja çoktan girmiştin ve geriye dönüşü yoktu. Senin kıymet bilmezliğin bana geçmişti bir kere. Yine de karşılık görmediğim acılı günlerimi özlüyordum ve seni kıskanıyor- dum. Aşk el değiştirmişti. Acılı da olsa sendeydi; bir amacın vardı. Değiştirmek istediğin, kaybetmekten korktuğun bir şey vardı. Birlikte tutmayı başaramamıştık aşkı. Ellerimizin içinde tutup büyütememiştik. Bunalma sırası bendeydi; beni boğuyordun. Senin çaresizliğin belki benimkinden daha paralayıcıydı.
Artık gitmek istediğimi söylediğim o gece… Sen çılgınlığa, ben uykuya dalmıştık. Ara sıra uyanıyor ve hiç durmadan konuştuğunu, bağırdığını, ağladığını görüyordum. içim parçalanıyordu. Ama geçmişti bir kere, üstelik sendin geçiren. Bir taşın tepeden yuvarlanışı kadar hızla inmişti sana olan ilgim ve aşkım. O taşı sen yuvarlamıştın. Ve aynı taşı şimdi sen çıkardın kendi tepene. Düşmesinden korkuyor muydum? Bilmiyorum, tahterevalli gibi, bu kez yeniden ben iner miydim aşağıya? Sanmam. İçimden sadece kaçmak geliyordu. Açlığının ne denli büyük olduğunu o gece anladım. Dişlerini bu denli keskin hale getiren açlığını o gece gördüm. Koparmaya çalıştığın, bir zamanlar tümüyle senin olan şey miydi? Yoksa beni azaltıp taşını yuvarlamak, aynanı kırmak mı istemiştin? Keşke kanımda sana ait bir şeylerin tadını bulabilseydin. Yoktu. Temizlenmiştim senden…
cem mumcu, Hassas Ruhlar Terazisi kitabından