KASIM 2024

Allah kimseye yaşatmasın bunu… twitter.com/i/web/status/1…

About a year ago

Kasım 2024
P S Ç P C C P
« Haz    
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  
MAKALELER

ben aslında kimim? #gezi2yaşında (instagram)

 (instagram)

cemmumcu-6ocak2014

 

Milliyet_Sanat-DELİRİCEM_LEYLA_HANIM,_MERAK_ETME!-01.08.2013(1)Deliricem Leylâ Hanım, Merak Etme!

Şimdi bunu yazacağım da yazasım yok. Çünkü en önemli okuyanım yok. Okuyup beğendiğinde “iyi yazdım”diye iknâ olduğum o kişi yok. Bir anlamda asıl okurumu kaybetmiş bir yazarım artık ben. Tanıdığım en oyuncu ama en oyunsuz aklı yitirdim. En samimi, en bodoslama, en hesapsız dili yitirdim. Kalbimin ve zihnimin karanlık yerlerindeki simsiyah kargalarımın yoldaşını kaybettim. Oysa yalnız kaldığımız zamanlarda diğerlerine kısmen de olsa kapattığımız en sert, en yumuşak, en tekinsiz, en belâlı yerlerimizi salardık orta yere. Kelimelerimize anlaşılsın diye hiç ayar vermediğimiz anlardı onlar. Kılıç gibi keskin olabildiğimiz, kanatabildiğimiz, kanayabildiğimiz ve eğilip kana bakabildiğimiz nâdide zamanlardı.

Şimdi dönüp baktığımda ve onun gözlerini düşündüğümde sırf onunla yaşadığım şeyler bile hayata gelmiş olmamı anlamlı kılıyor diyebilirim. Annemdan bile on yaş büyüktü. İlk tanıştığımda çok gençtim. Dün gibi geliyor sanki ama değil, biliyorum çok zaman oldu. İstiklal’de bir kafede buluşmuştuk. Hiçbir özel buluşmamıza elinde bir hediyesi olmadan gelmedi. Mesela kışsa eğer kaşkol alırdı. “Hep siyah giyiyorsun, şu mor kaşkolu dolayalım boynuna” derdi. Hoşuna gitmeyen bir kız varsa hayatımda sevmediğini fena halde koyardı ortaya. “O kız” ne yapıyor? diye sorardı. Kalıcı olmasını istemediği şeylere isim vermezdi sanırım. Bir de âdeta sahtelik okuyan bir aleti vardı göğsünde bir yerlerde. Birini gördüğünde okurdu onun aslında ne mene bir şey olduğunu. Ne kendisinde ne de başkasında tahammülü vardı mış gibi şeylere. Nedense çok yemezdik karşı karşıya oturduğumuzda. Bir gün şunu yemiştik gibi bir anım yok mesela. Birbirimizin içini kaşıklar onları yerdik olasılıkla.

Bir dönem vardı. Dün Komet’le konuştuk o günleri. Hepsi benden çok büyüktü. Sanırım en ufakları annemle yaşıttı. Bir kahvemiz vardı. Akşam oldu mu orada buluşulurdu. Leylâ Hanım, Komet, Hüseyin Baş, Ergin Ertem ve bazen Demir Özlü ve ben. O kahveyi hiç sevmezdik. Hatta kim dediyse birisi Kasvet Kafe demişti. Aramızda öyle derdik. Bir gün sahibine de yanlışlıkla bunu hangimiz telaffuz ettik hatırlamıyorum. Birbirimizle de dalga geçerdik. Zaaflar orta yerdeydi. Leylâ Hanım arada bizi eve yemeğe davet etmeyi de severdi. O yemeklerde Tomris (Uyar) de olurdu. Hayatta gözünüzü kaçırarak konuşacağınız herhangi bir şey varsa eğer Leylâ ile Tomris’in oturduğu masaya dayanamazsınız.

Bir biçimde kendinizden çok büyük dostlar edinirseniz görece erken yaşlarda fena halde canınız yanacaktır. Hüseyin Baş’ın o kocaman beynini toprağa verdik. Bir iki ay önce son buluşmalarımızdan birinde ben konuşurken Leylâ Hanım bana bakıp şöyle söyledi: “Cem sen deliricen herhalde!” Ben de “Di mi? Ama bugüne kadar iyi idare ettim” dedim. Diyemedim o an “sen de gidersen iyice sıyırıcam” diye.

Ve sonunda oldu. Gitti. Birisi bana onun hayatını sorsa şöyle elde dövülmüş, yaldır yaldır parlayan, üzerine eğildiğinde kendini gösteren çelik bir bıçak gösteririrdim. Eğer bir insan, tek bir insan, hayatı bir bıçak gibi kesmişse o Leylâ Hanım’dır. Kimseye benzemeyen ve kimseye benzemek zorunda olmayan görkemli bir hayatsa bahsettiğiniz Leylâ Hanım’dır. Yazar olmak, kadın olmak, eş olmak, anne olmak… Olduğu hiçbir şeye kısılıp kalmamak derseniz yine onu gösteririm. Korku mu? Gerekirse çıkarıp bıçağını orta yerinden keser sözcükleri. Yarılmış sözcüklerden anlamaz mısınız? Anlamayın. Siz bir tek bildiklerinizi, baş edebildiklerinizi, aidiyetlerinizi, zorlanmadıklarınızı anlayın. Ruhunuzun konforunu bozan şeylerden uzak durun. Hayatı -kaçındığınız ne varsa onların sınırlarının içinde- bir tutsak gibi yaşayın. Bu kadın size “tuhaf” gelir. Bu kadının günleri  size “karanlık” gelir. “Hallaç” pamuğu gibi atılırsınız buralarda. Bu üstüste virgüller siz kaçın diye kondu bu metinlerin gövdelerine. Sizin toplanıp toplanıp birbirinize verdiğiniz ödüllerin sembolize ettiği ne varsa topyekün bombalandı bu satırların içinde. Sözcükleriniz bile soyulup kıymık kıymık bölündü burada. Sizin tedbirli ruhlarınız için oldukça tekinsiz buralar.

Ölmemek için yaşayan kalabalıkların içinde kimi ruhlar yaşayarak ölürler. Hayatın içine ve işine karışırlar. Huzursuz görünürler. Huzursuzdurlar. Hayatın “belâ evi” olduğunu bilirler. Köklü, gövdeli ve dallıdırlar. Hem böceklerle hem yıldızlarla oynaşırlar. Anlamaya çalışırlar. Anlatmaya çalışırlar. Canları yanar, can yakarlar. Kuytusuna saklandığınız değerlerin ne kadar da değersiz olduğunu hatırlattıkları için korkutucudurlar. Tüm büyük ve derinlikli hakikatler gibi zordurlar ve keskindirler. Ama hepsinden önemlisi aynadırlar. Kendini seyrederken, kendine seyretmeyi gözü yemeyenler için uzaktırlar.

Leylâ Erbil biraz daha kalsaydı biraz daha soyacaktı hakikati kabuğundan. Belki de bu kadarına dayanabilirdik şimdilik. Ve deliricem Leylâ Hanım, merak etme.  Kavuk yerine huni bırakmalıydın, yaptın. Birini bana taktın. Yanına gelmeden önce suya atılacak daha çok taş var ve de verilecek çok rahatsızlık.

cem mumcu

Milliyet Sanat, Ağustos 2013

Milliyet_Sanat-DELİRİCEM_LEYLA_HANIM,_MERAK_ETME!-01.08.2013

 

 

 

 

 

Güçlü olduğumu hissetmek için başkalarının güçsüzlüğüne ihtiyaç duyuyorsam,

 

Zeki olduğumu tanımlamak için bile bir diğerinin aptallığına ihtiyaç duyuyorsam,

 

Barış yanlısı olmak için diğer tarafın şiddetini körüklemek zorundaysam,

 

İnancımın varlığını kendimle ilişkim üzerinden değil karşımdakinin inanmaması üzerinden gösterebiliyorsam,

 

Bir biçimde mensubu olduğum ırkın değerlerini tarif etmek için başka ırkların değerlerine saldırmak ihtiyacı içindeysem,

 

Mağduriyetimi göstermek için zalimler oluşturmak zorundaysam,

 

Suçsuz olduğumu göstermek için suçlulara ihiyaç duyuyorsam,

 

Kendi haklılığımı diğer tarafın haksızlığı üzerinden tanımlıyorsam ve bunu yaparken yeni haksızlıklar yapıyorsam,

 

Kazanmak kelimesinden anladığım başkalarının kaybetmesiyse,

 

Kendime ait beğenileri ve zevkleri, “yüksek” olarak tanımlamak için diğerlerininkini aşağılamak durumundaysam,

 

Özgürlüğü sadece kendim için talep ediyorsam ve bu başkalarının özgür olmamalarını gerektiriyorsa,

 

Dostluğu tanımlamak için düşmanlara ihtiyaç duyuyorsam,

 

Sorumluluk ve özgürlük kelimelerinin ayrı yerlerde durduğunu sanıyorsam,

 

Karşı taraf olarak gördüğüm tarafı tahrik ederek aslında bizzat inşa ettiğim  olumsuzluklarda kendimi de görmüyorsam,

 

Maruz kaldığım silahı kullanmakta ustalaşıyor ve gözümü kırpmadan ben de kullanıyorsam,

 

Başkalarının tâbi olduğu düşünce sistemleriyle ve inanışlarla ilişkilerini aptallıkla veya kandırılmışlıkla işaretlerken kendiminkileri akıllı ve özgür seçimler olarak tanımlıyorsam,

 

Dik durmak kadar eğilmeyi de görkemli bulmuyorsam,

 

Gücümü içinde bulunduğum çoğunluktan ve içinde bulunmadığım tarafa sadece karşıt olmaktan alıyorsam,

 

pokKendimi tanımlamamın her aşamasında karşımdakine ihtiyaç duyuyorsam,

 

Ben aslında kimim?

 

cem mumcu, 23. 6. 2013