Telefonla Söğüşleme
Sabah sabah ev telefonum çaldı. Ne kullanırım ev telefonunu ne de çaldığı olur. Ben bile bilmiyorum numarasını. Ama onlar nereden nasıl buldularsa bulmuşlar numaramı. Bir bankadan arıyorlar. Şimdilik ismini vermiyorum, bir daha ararlarsa onu da yapacağım. Gayet yapışkan bir ses. Özel eğitimden geçiyorlar sanırım. Saygılı kelimelerle saygısızlık yapmayı çok iyi beceriyorlar. Eğer içinizde sıradan insana ait sağlıklı bir edep duygusu varsa öyle kolay kolay kapatamazsınız bu tür telefonları. Sanıyorum ‘telefonla pazarlama’ deniyor bu yönteme. Ve yine sanıyorum birçok teknikleri var ve bu “yapışkanlık” da onların başında geliyor. Her neyse asıl konu belki de bu değil ama bu da fena halde bir konu. Sabah sabah durduramadığım biçimde konuşan ses bana ne diyordu dersiniz? Öncelikli olarak benim özel bir müşteri olduğumu ve bu fırsatın bana sunulduğunu tabii ki. Bu en sık oynanan oyun. Kendinizi özel hissetmenizi istiyorlar ki o salaklık içinde sattıkları ‘şey’i satın alasınız. Pazarlama, insanın zaaflarını araştırıyor uzun zamandır ve onu kullanıyor. Pis bir oyun. Boşluğunuza çalışıyorlar; boşluğunuzu doldurmayı vadederken bile bunu yapıyorlar. Tüketici içgörüsü dedikleri şeyin psikoterapideki ile ilgisi yok. ‘Kendi içinizi görmeniz değil’ buradaki; ‘sizin içinizi onların görmesi’. Sizin içinizdeki ne ile ilgileniyorlar? Satın almanızı sağlayacak gereksinimlerinizden tutun zaafiyetlerinize kadar her şeyinizle. Sizin saklamak istediğiniz sırrınız olduğunu bilsinler onu bile şantaj gibi kullanabilirler. (Böyle satılan ne tür ürün var acaba?) Mesela ben bir keresinde hangi zaafımla düştüm ağlarına biliyor musunuz? Durun onu da anlatayım. Bir otelin satışcısı beni sürekli taciz ediyordu. Ve fakat mümkün değil durdurmam. “Lütfen, meşgulüm, beni bir da- ha aramayın,” diyorum. Karşıdaki ses pişkin pişkin, “Zaten çok meşgul biri olduğunuz için size bunu öneriyoruz,” diyor. Yaklaşık onuncu aranmam falandı sanırım. Dedim ki, “Hanımefendi size bir şey söyleyeceğim ama ne olur beni dinleyin. Şimdi ben, edepsizden edebini paramla satın alacağım. ” Ne dedi biliyor musunuz? “Teşekkür ederim Cem Bey,” dedi. Vallahi bunu söyledi ve kredi kartı numaramı verdim. Onlar sizin tacize dayanıklılığınızı, korkularınızı, hatta edebinizi bile kullanmayı biliyorlar.
O sabahki telefonda bana önerilen özel ürün neydi biliyor musunuz? Sabahın köründe yeni uyanmış bünyeme ne satmak istiyordu söz konusu banka dersiniz? Kanser Paketi. Yanlış duymadınız kanser paketi. Kanser olursam hemen hesabıma 150 bin Dolar yatacakmış vs vs. Delirmiş olmalılar. İnsanın olmayacağı varsa da bunlar yüzünden kanser olur. Düşünsenize sabah sabah aradıkları kişinin sağlığı konusunda zaten endişeli düşünceler besleyen bir yapısı olduğunu. Hatta bu telefon yüzünden rahatsızlandığını, endişelendiğini hatta intihara falan kalkıştığını.
Korku Pazarı
Dikkat edin, artık korkularınızı da ranta çevirmek telaşı içindeler. Buna Fear Marketing yani korku pazarlama deniyor. Pazarlama bitanedir diye bir blogda aynen şöyle yazıyor bu konuda: “Korkuyu bir pazarlama aracı olarak kullanmak için, hedef müşterilerin o dönemde hissettikleri korkuyu teşhis edebilmek ve firmanın sunularıyla bu korkuyu gidermek arasında bir bağlantı kurabilmek gerekiyor.” Valla insanın kanını donduruyor. Çok acayip şeyler oluyor. Fakat o kadar çok oluyor ki artık dışına çıkıp onların acayip olduklarını bile göremiyoruz.
Bu kadar çok sağlık sorunu neden sürekli konuşuluyor? İnsanlar yeni mi ölümlü oldular. Eskiden ölünmüyor muydu? Gün geçmiyor bir takım doktorlar halkı bilinçlendirmek için vakıf kuruyorlar. Vakıfların arkasındaki sponsorlara iyi bakılmalı, ama onlar görünmeden bunu yapmanın yolunu bulmuşlar. Reklam- lara bakın, neden bu kadar çok beyaz gömlekli görüyorsunuz hiç düşündünüz mü? Banyonuzdan sizi yiyecek bakteriler çıkmaya başlamadı mı? Halılarınızdaki “mayt’ların gözlerini gördünüz mü? (valla öğretiyorlar insana, mayt diye bir şey var artık hayatımızda). Domuz Gribi, küresel ısınma, kaza, güvenlik sorunları, hastalık, yaşlanma, ölüm, çocuklarınızın gelişmemesi gibi her türlü korkunuz için neler satın aldığınıza bakıyor musunuz? Dişleriniz sadece mikrop yuvası değil, aynı zamanda yeterince parlamazsa partner bulamazsınız. Kilo alırsanız vay halinize. Farkında mısınız, artık ne kadar çok hastalık ismi biliyorsunuz?
Tehlikenin Çarkında mısınız?
Satın aldığınız sadece ürünler değil. Seçimleriniz de korkuyla yönlendiriliyor. Komünizm geliyor, irtica geliyor, din elden gidiyor, şeriat geliyor, vatan bölünüyor, dış düşmanlar pusuda… Gerçekliği olmayan ya da olsa bile abartılan bütün korkularla kararlarınız ve eylemlerinize hükmediliyor. Varlıklarını bizim korkularımız üzerine inşa eden markalar, ürünler, partiler, kurumlar, gazeteler, düşünce sistemleri, meslekler var. Asıl tedirgin olmamız gerekenin bizi korkutanlar olduğunu düşündünüz mü?
Korku, normal insanın sağlıklı duygularından biri elbette. Hüzün gibi, öfke gibi, neşe gibi. Ama işte hepsi gibi hayatınıza ne kadar hâkim olduğu önemli. Sürekli otantik bir nedeni olmayan hüzün ne kadar sorunlu ise; devamlı sırıtmak, gülmek ne kadar acayip ise; bütün meseleleri öfke ile çözmeye çalışmak ne denli saçma ise korkunun da hayatımıza egemen olması o denli patolojik. Dikkat etmemiz lazım. Önceliği pazarlama olanların meselelerinin bizi düşünmek olmasını beklemek safdillik olur. Onlar ‘iş’lerini yapacak. Ve onların işleri, olmayan korkular yaratmak, olanları abartmak, hatta bizi önce delirtip sonra tedavi- sini pazarlamak olabilir. Ancak biz oyuna gelmezsek onlar da işlerini hakikate uygun bir hale getirebilirler. Onun için neyi niçin aldığımıza, neyi niçin seçtiğimize, neyi niçin istediğimize bakalım. Bakalım ki ‘içgörü’müz gelişsin.