O Bir Billboard
İnternet’te Kim Kardashian’ı aradığınızda Ermeni asıllı Amerikalı sosyetik, manken, oyuncu, stilist, kıyafet perakendecisi ve televizyon kişiliği olduğunu okuyorsunuz. Bunun dışında sosyal hayatıyla ve seks kasediyle anılıyor. Ekşi Sözlük’e ve benzerlerine baktığınızda daha ziyade poposundan söz edildiğini görüyorsunuz. Bahsi geçen porno görüntüleri için önce dava açmış ve fakat daha sonra Vivid Entertainment’la anlaşıp kasedin haklarını beş milyon dolar’a satmış. Anlaşılan orası burası, önü arkası ileri derecede bereketli biriyle karşı karşıyayız. Son zamanlarda Twitter’den ileti başına para kazandığı söyleniyor. Anlaşmalı olduğu markaların ürünlerini giyerek veya daha çok çıkararak; çeşitli parfümleri bedenine sıkarak; bunlardan söz ettiği mesajları veya fotoğrafları Twitter’e koyarak beş markadan elli bin dolar aldığından bahsediliyor. O, onun kendisi, orası, burası bizzat bir reklam panosu.
Bedenin Bir Billboard
İnsanoğlunun İ.Ö. 3000’lerden beri bedeninin çeşitli yerlerine dövme yaptığı biliniyor. Duygu ve düşüncelerini ifade etmek, süslenmek, sosyal konumunu tanımlamak, doğayla başetmek, hastalıklardan korunmak gibi birçok amaca hizmet etmiş. Estetik, dinsel, büyüsel, cinsel anlamları olmuş dövmelerin. Ve fakat şimdi başka bir amaç için kullanılmaya da başlandı artık dövmeler. Geçen gün bigumigu.com’da bir gözlük markasının viral reklam kampanyasını gördüm. Adamın biri suratına bir gözlük dövmesi yaptırmış. Kaç para aldığını bilmiyoruz. Ama o artık doğanın ona sunduğu bir ve tek olan yaşamını bir reklam nesnesi olarak geçirmeyi göze almış bu para karşılığında. Sonra bir baktım ki internette Vinnee Tong “Tattoo Marketing”, yani dövme pazarlaması diye bir makale yazmış. Biraz daha araştırınca “Tattoo Advertising”, “Human Billboards” gibi kavramların artık oluştuğunu anladım.
Ve sonra çok acayip bir siteye rastlad›m: www.leaseyourbody.com… “Bedenini kirala,” diyor yani. ‘Kendi’nize reklam alıyorsunuz. Bedeninizin neresinin kaç para ettiğine siz karar veriyorsunuz.
Sen Bir Billboard’sun
Anlaşılan geçmişimiz de, fazlalıklarımız da, eksiklerimiz de, sorunlarımız da, yeteneklerimiz de, yeteneksizliklerimiz de, acılarımız da, komikliklerimiz de, ellerimiz, ayaklarımız hatta utançlarımız, rezilliklerimiz de bir markanın pazarlaması için kullanılabilir. Mesela trafik kazası yapan iki kız kardeş, kafalarının yeterince çalışmaması yüzünden -daha doğrusu sayesinde- artık bir markanın iletişim aracı oldular. ‘İkoncan’ bir alay ifadesiydi. İkoncan’dan “Trendikon” programına giden yolu açıklayan bir dinamikten söz ediyorum. Ümit Besen’i izliyor musunuz reklamlarda? Çok acayip, adeta kendisiyle, geçmişiyle ve yaptığı müzikle -bu kez dalga geçerek- bir ürünü pazarlıyor. Draması kremasına karışmış durumda. Bir zamanlar ‘kaybedenler’in sesi olan Müslüm Baba’nın artık, “Home sweet home,” demeye “ihtiyacı var”. Jilet pazarlamak için bile kullanılsaydı daha bir anlayabilirdim durumu…
Salak olun, delirin, saçmalayın, ahlakınızı yitirin, kötü şeyler yapın hiç fark etmez eğer olduğunuz şey birilerinin olumlu veya olumsuz ilgisini çekiyorsa artık siz pazarlama mecrası olabilirsiniz. Pazarlamacıların aklına gelmiyor olabilir ama daha çok malzeme var kullanılabilecek. Mesela Ogün Samast ve Mehmet Ali Ağca neden kullanılmasın? Çoğunluğun onlar hakkındaki düşünce ve duygularına ters düşmeyecek bir stratejik planlamayla pekala olabilir bu. Ya da neden eski bir orgeneralimiz sıkı bir Alman markasının darbeli matkabını tanıtmak için kullanılmasın ki?
Hepimiz Billboard’uz
Peki hepimiz vitrin olunca vitrine kim bakacak? Yoksa camın hem arkası hem önü mü vitrin olacak? Onlar bizi seyredip satın alırlarken biz de fark etmeden onları mı seyredip satın alıyor olacağız? Hepimizin bedeninde logolar mı olacak? “Tüket beni” diyen ilişkiler mi yaşayacağız? İlişkilerimizi de rating için renklendirip pazarlayacak mıyız? Özel hayatlarımız çok ilgi çektiği için artık hep birlikte sokaklarda mı sevişeceğiz? En sapık olanımız en çok mu para edecek? Hep birlikte soyunur, hep birlikte delirir, hep birlikte çıldırırsak kim kimi seyredecek? Pazarlamanın bu denli algı bombardımanı arasında hedef kitleyle iletişim kurmak için farklılaşmak, görünebilir olmak için sınırları zorladığı bu sürecin sonu neye varacak? Viral ve gerilla pazarlamanın ortaya çıkışının nedenlerini görüyoruz. Ama sınırlarının nereye kadar genişleyeceğini tahmin edebiliyor muyuz? Bu viral epidemide kimler, ne veya neler yok olacak?
cem mumcu
Biz Nasıl Mutlu Olacağız?
Mutluluk için eskiye dair şeyler bulmak sanki daha kolay. Hayatı kolaylaştıran onca yeniliğe, gelişime rağmen gittikçe daha da zor mutluluk. Beklentilerimiz fazla, aldıklarımız çok fazla. Hiç de mutlu değil ama kimseler.
İstemelere yakın vermelere uzağız. Beklemelere çok uzağız. Geçmişin destanlarına, kahramanlarına, mutlu sona ulaşan aşklarının acıları da içeren dizgelerine çok ama çok uzağız. Elimizde sayısız haz “aplikasyon”uyla mutluluğu arıyoruz.
Oysa mutluluk olan ve sonra biten bir şey değildir. Mutlu olmaya dair hamlelerle devam eder insan yaşamaya. Bu hamleler -özellikle de ‘özgür’sek- sanıldığından daha acılıdır. Trajediyi başından ayağına yememiş bir mutluluktan söz edemeyiz. İnsan ancak ihtişamlı bir trajedinin içinden süzülen bir mutluluk anına sahip olabilir.
Hangisi mutluluğu daha çok bilir ve yaşar? Öleceğini bilerek yaşayan insan mı, öleceğini unutmaya çalışarak yaşayan insan mı? Çağın bütün ‘alet’ leri bu soruya ikincisinden yana tavır koyuyor. Çünkü unutmak için sürekli ama sürekli ve artan miktarlarda “tüketmek” gerekiyor. Neyi mi? Hiç önemi yok. Haz kovasının dibi deliktir ve dibi delik bir kovayı dolduramazsınız. Sürekli akıtmanız gerekir ama asla dolmayacaktır.
Mutluluğun tarifini kimler yapıyor sizin için hiç düşündünüz mü? Reklamlar yapıyor. Katı meyve sıkacağı, daha ucuza SMS, hassas diş etlerinize çare üreten macun, dişlerinizi hassaslaştıran ama içerken daha “cool” görüneceğiniz gazlı içecekler, daha seksi görünmek için giyeceğiniz bikiniler, yalarken daha çekici görüneceğiniz dondurmalar… Bunlar sizi mutlu edecekler. Bir takım salak psikologlar-psikiyatristler, ne idüğü belirsiz yaşam koçları, kırmızı kıravatlı doktorlar var bir de: Hızla ve hemen, acısız ve şimdi daha mutlu, daha seksi, daha sağlıklı olmanız için size tarifler sunan. Gerçek(!) mutluluğun tarifini sizin biricik hakikatinizden uzak biçimde ortaya koyan, genelleyen hatta size ne yaparsanız mutlu olacağınızı söyleyen ve hatta bunu pazarlayan bütün bu yapının içindesiniz. Oysa mutluluk tüketerek değil üreterek var edilebilir.
Homeros, Shakespeare veya Dostoyevski okumamış olabilirsiniz. Ama Yüzüklerin Efendisi’ni veya Batman’i izlemiş veya okumuşsunuzdur. Hiç baştan aşağı mutluluk ve hazla örülmüş bir destan gördünüz mü? Çocukluğunda yarasalardan korktuğu o ağır tecrübeyi yaşamasaydı Batman olabilir miydi Bruce Wayne? Geçtim destanları, edebiyat eserlerini romantik komedilerde bile baştan sona engelsiz, sorunsuz sadece eğlenceli bir aşk gördünüz mü?
Mutluluğu mu arıyoruz? Bulamıyor muyuz? Neyle arıyoruz? Onu aradığımız araçlar mutluluğa gitmemizin asıl engeli olabilir mi?
2013 için mutluluk reçetesi(!) yazalım biz en iyisi:
“Hem çok çikolata hem çok zayıflama mı dediniz?!!! Hem aşk istediniz hem de kayıp duygusu hiç olmasın mı dediniz?!!! Hem özgür olmak hem de asıl sorumluluğun özgürlük olduğunu bilmek mi istemiyorsunuz? Hem hiç emek vermeyip hem de koşulsuz mutluluk mu istiyorsunuz? Sizi şöyle alalım. Çağın en verimli tüketicisisiniz. Size bayılıyoruz. Adınızın hiç önemi yok. Kredi kartı numaranız yeterli. Size mutluluk vaadediyoruz. Bir sürü seçeneğiniz var. Şu kişisel gelişim kitaplarından üç tane alınız. Şundan da üç tane alırsanız TV’ye çıkmak için çekilişe katılacaksınız. Günde 10 adet şundan yiyiniz. Eviniz için Feng Shui kursuna katıldıktan sonra yogashala’ya haftada üç gün gitmelisiniz. En az iki gününüzü de yaşam koçunuzla geçireceksiniz. Sporu ihmal etmeyin. Spordan sonra şarap kursuna gideceksiniz. Bazı kaygılarınız size rahatsız ediyor. Mutlu olmak için kaygıdan uzak durmalısınız. Bunun için hem bolca Brüksel Lahanası yemeli hem de terapiye gitmelisiniz. A, M, N, K, Y vitaminlerini ihmal etmeyiniz. Diyetisyeninizin bekleme odasında Mevlana’nın özlü sözlerini içeren o parlak kitabı da okumayı ihmal etmeyin. Organik gıdaların önemini artık biliyorsunuz. Özellkle sabah koşunuzdan once mutlaka ama mutlaka laktozsuz sütünüzü için. Moda tasarımcınızdan iletişim danışmanınıza mutlaka yürüyerek gidin. Yürürken ayağınızda mutlaka özel tabanlı spor ayakkabılarınız olsun. Terledikten sonra egzersiz sonrası antiaging kreminizi unutmayın….”
cem mumcu, Hürriyet