Daha önce paylaşmamıştım. Sağlam bir güncel sanat müzesinde rastlamış, fotoğrafını çekmiştim. (Palais de Tokyo, Paris) Ama sanırım artık bu bayrak bize yakışıyor. Korkarım ruh ölümümüz gerçekleşti…
Ölümden yapılmış karakterlerin romanı Makber, Dünya dillerinde!
Cem Mumcu’nun ilk baskısı Eylül 2004’te yapılan romanı Makber; bugüne dek 9 ülkede yayımlandı.
2007, Macaristan, “Törökfürdö”
2010, Bulgaristan, “3AROBEHИ”
2010, Almanya, “Das Hamam”
2011, Arnavutluk, “Sarkofagu”
2011, Romanya, “Mormant”
2012, İngiltere, (Taylor&Francis Group-Middle Eastern Literatures-Akademik Yayın), “The Grave”
2013, İtalya, “Lesioni Di Famiglia”
2013, Suriye, “Makber”
2013, Makedonya, “MakБep”
Yayımlandığı günden bugüne nitelikli bir okur kesiminin başucunda duran Makber bir klasik olmaya aday. Okuyan Us tarafından yayımlanan dokuzuncu baskısı raflarda yeni kuşak okurlarını bekliyor.
Makber’de merhametsiz bir dünyaya gözlerini açan ve lanetli olduğu düşünülen, doğumuyla birlikte ölümler getiren bir çocuğun, Muharrem’in etrafında gelişen kötücül olaylar anlatılıyor. Muharrem neredeyse hiçbir eylemde bulunmasa da tüm roman kişilerinin hayatlarına gölgesini düşürerek kimilerini karanlık bir serüvene sürüklüyor, kimilerini de ümitle yeni bir hayatın kıyısına çıkarıyor.
Mumcu söz ile suskunluğun sınırında adeta zamansız bir masal kuruyor; “mevt ile malûl” (ölümle sakatlanmış) değil, “mevt ile mamûl” (ölümden yapılmış) karakterlerin hayatlarını anlatıyor. “Ana karnı” ile “toprağın karnı hamam” arasında bağ kuruyor ve kötülükle iyiliği çarpıştırarak hakikati arıyor.
Hamam, sıcak, ölüm, hayat, nefret, günah, iyi ve kötü etrafında dönen, sıradışı bir anlatıma sahip olan bu aile hikayesi, yayımlandığı ülkelerde oldukça ilgi görüyor.
Köklü İngiliz yayıncı Taylor&Francis’in Middle Eastern Literatures isimli akademik dergisinde tam İngilizce çevirisi ve incelemesi yayımlanan Makber hakkında Prof. Stephan Guth, şu sözleri sarfediyor:
“Makber’in yazarı, mesajını popüler aşk maceralarıyla değil; daha ziyade, neredeyse felsefi mistik (Sufi) düşünceyle (özellikle metnin ana fikri olan, iki kutuplu tamamlayıcılık ve dolayısıyla Hayat ve Ölüm, bir şey ve hiçbir şey, hareket ve duraklama) ile sunuyor. Pek tipik olmayan, alışılmadık bir insan topluluğuna odaklanılması ve çok özgün bir karakterin yer aldığı bir ortam, ayrıntılı ve profesyonel kelime dağarcığıyla tasvir edilen Türk hamamında geçmesi, şimdiye kadar farkedilmemiş ya da dışlanmış “öteki” gerçeklikleri keşfetmeye çabalayan postmodern bir mikroanlatının özellikleri olarak düşünülebilir. Makber, hem yenilikçi hem de erken postmodernist deneyimlerden farklı olarak, dünyaya görüş bildiren “başka bir şey”. Doğu edebiyatında yeni bir dönem.”
Türk’ün Twitter’la İmtihanı
cem mumcu
1. Zarafetten -ısrarla- yoksun olmak
2. Mümkün oldukça -fırsat buldukça- ısrarla laf sokmak. Gerekiyorsa bunun için fırsat yaratmak.
3. Yerli yersiz koprolalik (kötü, pis, küfürlü) konuşmak. Ki yerinde kullanıldığında lezzetli ve anlamlı olabilir.
4. Histrionik yapının eski ama güzel tanımlamalarından birine uygun olarak “seksten başka her şeyi seksüalize etmek.” (dikkat edin konu seks değilken bile)
5. Konu cinselliğin kendisiyse olabildiğince duygudan sıyırıp kirletmek.
6. Hoyratlığı marifet ve zeka gösterisi sanmak.
7. Olur olmaz herkese ve her şeye laf yetiştirmek.
8. Bilir bilmez her konuda ahkam kesmek.
9. Bir biçimde sevmediği herkese ulu orta hakaret ve küfür savurmak.
10. Birinin herhangi bir hatasını yakalamayı büyük bir iştahla beklemek.
11. Twitter’ı başka bir çok anlamı olabilecek bir mecradan çok, gerek gıybet gerekse iftira konusunda yakalanmış bir fırsat olarak görmek
12. Twittter’ı yüzyüze söylemeye cesaret edilemeyecek şeylerin söylenebildiği sahte bir cesaret alanı olarak değerlendirmek.
13. Sığ ve içeriksiz sloganlar fışkırtmak.
14. Komik olmak için her yolu mübah görmek.
15. Takipçi sayısı fazlalığını bir değer olarak algılamak ve bunun için gerekirse herşeyi yapmak.
16. Kendini filozof sanmak.
17. Saygıdan olabildiğince uzak olmak, hatta saygılı olmayı eziklik sanmak.
18. Kendini bir birey olarak değil reyting kovalayan bir TV kanalı gibi görmek.
19. Nick’i ya da mahlası varsa onun arkasına sığınıp herşeyi sorumsuzca yapabileceğini sanmak.
20. Eleştirmeyi hakaret sanmak.
21. Fikirlerden çok insanlar üzerinden konuşmak
22. Asla ve asla empati yapmamak
23. Ciğer bekleyen kedi gibi alay edilecek, dalga geçilecek, aşağılanacak bir şeyler aranmak.
24. Kısaca ağız ishali olarak tanımlayacağım lögoreik biçimde aşırı konuşmak.
26. Evde oturup “ulan ne yapsam da ilgi çeksem, komik olsam” diye zorlamalı espri üretmeye çalışmak.
27. Duyarlı, sorumlu ve politik duruş sahibi görünme çabasıyla klişenin dibine vurmak.
28. Mevlana’yı bir twitter fenomeni haline getirmek
29. İçi boş spiritüel abuklamalar yazıp durmak.
30. “Allahım o kadar entelektüelim ki” dercesine zorlamalı, zortlamalı; sonu bir yere varmayan veya iki dakika sonra hafizalarimizdan silinecek cümleler kurmak.
31. Gündemdeki meseleyi yakalayıp acilen popülist bir hashtag oluşturmak.
32. Sığ duygu sömürüsü ve kötü şiirlerle –ki ben bunlara şiör diyorum- kurnazca popüler numaralar çevirmek.
33. Yazdığı tweetin ne kadar ilgi çektiğini deli gibi takip edip, beklediği ilgiyi, retweet sayısını vs. bulamayınca yazdığını silmek.
34. Twitterın mantığıyla tamamen çelişir bir biçimde kimseyi izlememek ve bunu bir “önemli olma hali” olarak görmek.
35. Kendi kendinin medyası olmak
36. Evden çıkıp plastik terliklerle ekmek almaya gittigin bakkaldan bile check in olmak isteyecek hale gelmek.
37. Bir şey yediğin zaman, bir şey kutladığın zaman, bir yerde bulunduğun zaman, bunu belirtmezsen hiç yaşanmamış gibi hissetmek. Yani her ne yapiyorsan bunu “offical” hale getirmek. Sözü geçen olayı, yeri, kişiyi, yemeği tweetlemediysen onu yaşanmamis saymak.
38. Ciddi ciddi para vererek takipçi satın almak. (Tanesi kaçtan gidiyor? İyisi kötüsü var mı? Toptan alımlarda indirim var mı? Merak etttiğim konular arasında.)
39. Fenerbahçe, Galatarasaray taraftarı olmak, Kemalist olmak gibi bir takım aidiyetleri takipçi sayısı artırmak için kullanmak.
40. (Bu çok komik geliyor bana) -de, -da eklerini –güya doğru kullanmak adına- her ihtimale karşı ayrı yazmak.
41. Grup dinamiğinin yarattığı regresyon (gerileme) yüzünden -sayesinde- saklanıp gizlenmiş bütün kişilik problemlerini fark etmeden ortaya sermek.
42. Retweet veya fav için bütün değer yargılarını unutmak hatta (kendinle birlikte) çöpe atmak.
43. Galeyan kültürüne katılmayı bir zorunluluk olarak görmek ve galeyanı artıracak cümleler aramak.
44. “Sağduyu”yu korkaklık, sıradanlık ve sıkıcılık olarak etiketlemek.
45. Aslı astarı belli olmadan, ayrıntılarını net biçimde bilmeden ve öğrenmeden sırf muhalif görünmek için bir şeylere itiraz etmek.
46. Tüm zamanını hatta neredeyse hayatını, başına veya sonuna “asdfjkl” yazabileceği malzeme kovalamakla geçirmek.
47. “Paylaşım Kulbu” diye uyduruk bir kavram olarak tanımlamak zorunda kaldığım bir durum: Bir fotoğrafını veya o anki durumunu paylaşmak isteyip bu arzusunu açık etmemek için paylaşıma bir kulp bulmak.
48. “Söz”ün nasıl edilirse edilsin sonuçlarının olabileceğini tümüyle unutmak. (bu sonuçlar bazen tahmin edebileceğimizden çok daha ciddi olabilir)
Ben devam edeceğim. Siz de katılırsanız sevinirim…
Hayat sana ne gönderiyor farkettin mi? Sen orada olduğun için, orada olmayı seçtiğin için, orada olmayı göze aldığın için sana ne gönderiyor biliyor musun? Fark ettin mi? Sıradan gibi gördüğün şu sokakta ne çok şey var. Ne çok olasılık, ne çok bilinecek yeni şey ve ne çok dokunacak, ellenecek, okşanacak, öpülecek şey.
Görmediklerin, fark etmediklerin, bakmadıkların… Ve nedense kaçtıkların. Neden kaçtığını bilmeksizin. Kaçsan bile içinde bir başka bilginin saklı olduğu şey ne ki? Kaçmayı yeğlesen bile, niye kaçıyor olduğunu düşünmen için bir fırsatı sana sunan o şeyi kaçırmasan mı acaba?
Şu beş dakikalık yürüyüşle geçtiğin yolda neler var? Ağaçlar. Sanırım görmeden geçtin. Sana birşeyler söylüyor olabilirler mi? Yeni bir ayakkabı almak da var. Ve o ayakkabıyla gidilecek henüz bilmediğin geleceğin. Eğilerek yürürsen böcekler var. Böceklerde koca bir hayat, acaip renkler, senin bilmediğin belki binlerce yeni bilgi ve hikâye. Korkuyorsan böceklerden, senin korkun da var. Belki tüm yaşamını ve ölümü nasıl karşılayacağını o korkuda görebilirsin. Eğilirsen belki de görmeye başlarsın.
Kızlar mı var yolda? Erkekler? Çocuklar? Kızlara bakışında senin aşktan ne anladığın da var belki. Neye, neresine, nasıl bakıyorsun? Ürkekliğini mi gördün kızda? Tatminsizliğini mi? Umutlarını mı? Sadakatsizliğini mi yoksa? Adımlarını sana göre iyice yavaş atan şu yaşlı adamda neler var? Adam senin geleceğine bakman için bir ayna olmasın? Onun gibi nobran ve mutsuz mu olacaksın yaşlanınca? Yoksa karşı kaldırımdaki nur yüzlü olan gibi mi karşılayacaksın hayatının sonunu? İyi yaşamış biri gibi mi bakacaksın etrafa, yoksa eksik kalmış biri gibi mi? Belki kafanı kaldırıp binalara, yanan ışıklara bakabilirsin. Onları kimlerin ne zaman inşa ettiğini düşünebilirsin bugün de. Hastaneden eve dönen bir anne ve kucağında bir bebeği görürsün belki. Annenin yüzündeki sevinci mi görüyorsun yoksa mutsuz bir evliliği sonlandırmasını zorlaştıracak bir suçluluğun kilidi gibi mi taşıyor bebeğini kucağında? Yoksa sen de mi istemediğin bir ilişkinin içinden sırf suçlu hissetmek korkusuyla çıkamıyor musun? Yoksa birden fazla yaşamın olduğunu mu düşlüyorsun saçma biçimde?
Kimler yaşadı orada, o binada. Kimler sevişti, kimler terk edildi, kimler, kocası üzerinde bir makasla yatakta uzanırken, onunla son bir gece geçirdi? Ve o geceyi yapamadıklarının pişmanlığıyla, binlerce ‘keşke’ ile acıyla, hüzünle boyadı. Aynı makasla çocuğuna önlük diktiği günü hatırladı.
Arabalara bak. Kimlerin onlar? Hangisi hırsla alınmış, hangisi rızık peşinde kullanılıyor, hangisi sahibinin cinsellliğinin bir uzantısı gibi görünüyor. Senin de bir araban var mı? Neden aldın, ne için kullanıyorsun düşün biraz.
Eğer bugün, bu yolda birinin iyiliğine vesile olmak için yürüyorsan, gerçekten isteğin buysa, seni temin ederim onunla karşılacaksın. O ihtiyaç sahibi olan biri, bir hasta, karşıdan karşıya geçmekte zorlanan bir özürlü, yaralı bir köpek veya aç bir kedi olabilir. Bunu gerçekten diliyorsan mutlaka göreceksin onu. Ya da hiç böyle bir dileğin olmadıysa “neden olmadı?” diye düşünmene yol açacak bir başka görüntüyle karşılaşmayı dile.
O kısacık yolda ayakkabılar, mücevherler, duvarlar, afişler de var. Neden iyi ilişkiler kuramadığını, neden kendini yalnız hissettiğini bile bulabilirsin orada. Asfalttaki bir çatlaktan sana beş yaşındaki bir hatıran bakıyor olabilir. Ve o hatırada hangi korkunun saklı olduğu da.
Neye niyetli olduğunu bir düşün. Birçok şey isteyebilirsin, istemelisin de. Ama en temel arzun ne? Bu caddede bu sokakta o arzuna dair ne var? Yaşın kaç? Neden yaşıyorsun? Ne için yaşıyorsun? Aslında nasıl biri olmak istiyorsun? İsteklerin asıl arzuna ne kadar hizmet ediyor?
Her yerde kendin varsın. Baksana. Görsene. Düşünsene, hissetsene… Canının yanmasına izin versene. Ne iyi gelir sana!
Nedense aklıma, Jacques Prévert’in bir şiiri geldi şimdi. Bir Kuşun Portresini yapmak İçin (Metin Cengiz’in nefis çevirisiyle)
Önce bir kafes çizmeli
Açık bir kapıyla
Çizmeli sonra
Hoş birkaç şey
Basit birkaç şey
Güzel birkaç şey
Yararlı birkaç şey
Kuş için
Yerleştirmeli sonra tuvali ağaca karşı
Bir bahçede
Bir korulukta
Bir ormanda ya da
Saklanmalı bir ağacın arkasına
Ses çıkarmadan
Kımıltısız…
Bazan kuş yaklaşır hızla
Ama karar vermesi
Uzun yılllar alabilir
Kırılmasın cesaretiniz
Beklemek gerekir
Gerekirse yıllarca
Hiçbir ilişkisi de yok
Tablonun başarısıyla
Kuşun hızlı ya da yavaş gelmesinin
Kuş geldiğinde
Eğer gelirse
Uymalı derin sessizliğe
Beklemeli kuş girsin diye kafese
Kapamalı kapıyı usulca fırçayla
Sonra
Silmeli birer birer demir telleri
Özen göstererek dokunmamaya
Tek tüyüne bile kuşun
Peşinden resmi yapılmalı ağacın
Seçerek en güzel dalları
Kuş için
Hatta yeşil yapraklarla rüzgârın serinliğini de çizmeli
Güneşin tozunu
Yaz sıcağında otlardaki böceklerin gürültüsünü
Ve sonra beklemeli
Kuşun keyfince şarkılar söylemesini
Eğer ötmezse kuş
Kötüye işaret bu
Tablonun kötü yapıldığına
Eğer öterse iyiye işaret bu
İşareti imzayı kondurmanın
O zaman usulca koparırsınız artık
Kuşun tüylerinden birini
Ve yazarsınız adınızı tablonun bir köşesine
cem mumcu, kendine bakma kitabı’ndan