Kaybettiğimiz şeyleri yeniden bulabilir miyiz? “Koskocaman” olmalı diye düşündük. “Büyük” olmalıydı. Geniş, alabildiğine geniş yer kaplamalıydı. Her şeyi içine alıp, yiyerek tüketecek kadar geniş. Bir tuz gölü gibi sığ ve geniş… Büyük olanın derin olduğunu nasıl unuttuk. Sıradan ânların, sıradan gibi görünen zamanların içinden hızla geçip gitmek istedik. Kalabalığa karışmak, gürültüye, -bize renkli denen göz alıcı, gözü kör edici- ışıkların arasına gitmek istedik. Bir kişiye, bir kişide, bir kişiyle deliremedik. Bir kişide eriyemedik.
İlk kez gidilen bir şehrin caddesine yürüdüğümüz o ânın unutulmaz olabileceğini hissedemedik. Bir taksinin gelmesini bekleyen sigara içen bir adamın karanlıktaki silüeti içimize çekemedik. Adam ne kadar güzel göründüğünün farkında bile değildi artık. Denizden çıkmış kadına, onun bir gün hastalanma ihtimalini düşünerek gözleri dolarak bakan adam, gölgesinin güzel görünebileceğini unutmuştu. Duymayalı ne çok olmuştu.
Ne oldu bize? Sevişmelerimiz neden sevmelerden uzak? Kelimeler değişti. Artık yiyişiyoruz. Birbirimizi sevmek yerine yiyoruz. Etimizi veriyoruz. Birbirimizi sevmeyi bilmiyor, bilmeyi sevmiyoruz. Bilmek istemiyoruz. Delmek geçmek istiyoruz. Ruhlarımız tükettiklerimizin çöp kutusu… Eskiyemiyoruz, çürüyoruz. Yenisini istiyoruz. Elimizin iziyle aşınıp iyiden iyiye bize benzeyeni değil daha önce hiç ellemediğimizi istiyoruz. Eskimeyi sevmiyor, sevmeyi eskitemiyoruz. Tamir etmiyoruz, tamir etmeyi öğrenmiyoruz. Elimizi yağa, çeliğe, dişliye değdirmiyoruz. Bizi taşıyanı öğrenmiyoruz. Biz onu taşımıyoruz. Yenisini istiyoruz. En yenisini, en parıltılısını… Eskiyemiyoruz. Bir insan tekinde kendi ruhumuzu, kendi geleceğimizi, kendi tekâmülümüzü kendi ellerimizle geliştiremiyoruz. Genişliyoruz. Bir tuz gölü gibi sığ…
Dokunmak için değil birbirimizi yemek için soyunuyoruz. Dişimizin arasında bir diğerinin kanıyla uyanıyoruz. Banyoya gidip tükürüyoruz. Vampir masallarında aşkı arıyoruz.
Kaybedecek bir şeyiniz var mı? Kaybedecek bir aşkınız var mı? Ancak edinirseniz kaybedebilirsiniz. Ancak edinirseniz kaybetmekten korkabilirsiniz. Bu mu hayatınız? Ölmekten korktuğunuz için yaşamadığınız. Bu mu? Bir gün giderse diye sevmediğiniz. Çelişik görünüyor biliyorum. Ama sır da burada. Anneler de ancak bir ölümlüyü doğurabiliyor ve büyütebiliyor. Sevindiğimiz o başlangıçlar, ancak ‘bitme’leri olanlar. Aşklar ölümsüz olabilir ama ölümsüzler âşık olamaz. Bitmesinden, gitmesinden korkmadığınız neye tutkuyla sarılabilirsiniz?
Bitmesinden, gitmesinden korkacak denli neyi doğurdunuz? Neyi büyüttünüz onu kaybetmekten korkacak denli? Yoksa kaybına aşılı olduğunuz küçük şeylerle mi oyalandınız ondan ona, oradan buraya sıçrayarak? Çoklukta büyüdüğünüzü mü zannettiniz? Teklikte derinlere ve zirveye dokunmayı göze aldınız mı?
Aşkı istediğinize emin misiniz?
Ben O’na dedim ki: “Senin ‘için’ benim için.” İçinde ölebileyim, içim O olmayınca ölebilsin diye. O’nu en korkan yerime diktim, deliler gibi sevişelim diye.
cem mumcu