Kaygı, korku ve üzüntü versem size, hangisini alırsınız? Biliyorum hiçbirini istemediğinizi. Yine de, “Mecbur kalsanız neyi alırdınız?” demeye getiriyorum.
Ben kendi cevabımı vereyim. Ben hemen üzüntüyü alır bir güzel sarıp sarmalardım kendimi onunla.
Dostlara bunu anlatmak için bulduğum bir yol vardır. Diyelim ki biz kardeşiz ey okur. Ve çok ama çok sevdiğimiz bir babamız var. Çok ağır bir kansere yakalandı Üstelik daha genç. Yaklaşık bir yıldır hastane, ev, yoğun bakım, sonra yine ev. Kaygı içindeyiz, onu kaybetmekten korkuyoruz doğal olarak. Başka çareler arıyoruz sürekli. Yeni ilaçlar, tedaviler araştırıyoruz. Ve ben pek de kitap falan yazamıyorum, ofise gidiyorum ama sen, yani kardeşim yoğun bakım kapısındaysan. Ben geldiğimde de sen işine gidiyorsun. Tatil, eğlence vs gibi şeylerin adı bile geçmiyor. Ve bir gün o acı gelip yüreğimize oturuyor. Babamızı kaybediyoruz. Biliyor musunuz? Şöyle bir laf edilir bu tür durumlarda: “Kurtuldu” denir. Aslında kurtulan sadece o değildir. Biz de kurtuluruz. Çok sevdiğimiz babamızdan değil ama korkudan ve kaygıdan kurtuluruz. Artık üzüntü vardır, yas vardır. Ve kırkı çıktığında onsuz yaşamımıza bir biçimde devam ederiz. Ben sevgilimle tatile giderim. Sen de belki artık geceleri yeniden dışarı çıkmaya başlarsın. İşlerimize de döneriz bir biçimde. Bunlar onu sevmediğimiz anlamına gelmez, ama artık kaybedecek bir babamız yoktur. Kayıp yaşanmış, kaygı sonlanmıştır. Olsa olsa üzüntü vardır. Ve o yıpratıcı değildir o kadar. Hatta iyi yaşanırsa tekâmüle giden yolda sağlam bir araçtır.
Hadi basit bir başka örnek daha vereyim. Bu kez öğrenci olalım ve de sınıf arkadaşı. Çok önemli bir sınavımız var. Üç aydır hazırlanıyoruz. Üç aydır ne dışarı çıktık ne eğlendik. Eşek gibi çalıştık. Ve de kaygılıyız, korkuyoruz sınav nasıl geçecek diye. Ya iyi olmazsa, ya gözden kaçırdığımız bir yerden, çok ayrıntı bir soru gelirse. Aklımız hep bunda. Ve sınav günü geliyor. Giriyoruz. Çıktığımızda ben diyorum ki, “Bitti, çok kötü.” Kalacağım kesin yani. Seninki de maalesef öyle. Çok da üzgünüz. Ve ben diyorum ki, “Usta gidip biraz müzik dinleyelim, bir şeyler içelim mi?” Sen ne dersin biliyor musun? “Evet,” dersin. Gidelim. Çünkü artık bitmiştir, sıfır da alacak olsak yapacak birşey yoktur.
Buradan bir yerlere, bir yerlerimize varmalıyız. Kendi korkularımıza, kaygılarımıza bakmalıyız. Üzüntünün olduğu yere geçerek kurtulabileceğimiz hallere bakmalıyız.
Aslında gerçek sondan korkmayız. Korktuğumuz şey ‘son’un öncesidir. Korkutucu olan ölüm değil ölümün fikridir. Ölümün fikri ise yaşamla vardır ve aslında yaşamdan korkarız bu yüzden. Olacak diye korktuğumuz şeylerin çoğu zaten korktuğumuz için olanlardır.
Kayba dair korkularımız bitirici bir hale gelebilir. Oysa kaygının motive edici bir gücü vardır. Kaybı bilmek, onu düşünmek, onu bir anlamda kabullenmek başka ve yüksek bir hale getirir bizi ve bizim diğerleriyle ilişkimizi. Kaybına dair bilgimiz olmayan birine âşık olamayız. Gözüne bakıp, “Ya bir gün olmazsa,” demediğimiz birine aşkımızı sürdüremeyiz. Kendi hayatımızın da gözüne böyle bakamazsak korkuyla taçlandırırız olsa olsa onu. Korkuyla kemirilen bir ruh asla kanatlanamaz çünkü.
cem mumcu
Başlanıp bitirilmemeli. yavaşça okunmalı. sonra tekrar okunmalı. arada sırada tekrar bakılmalı. ortalık bir yerde bırakılmalı. başkalarına da hediye edilmeli. üzerine konuşulmalı. susulmalı.